İlyada’yı okurken aklına düşen Truva’yı günyüzüne çıkarmak için 1870’de kazılara başlayan ve 1873’te harabelerde bulduğu tarihî eserleri yurtdışına kaçıran Henrich Schliemann (1822-1890) Almanya’nın kuzeyinde (Mecklenburg’da) yoksul bir aileye doğmuş. Ailenin durumunun iyice kötülemesi üzerine üniversiteye gitmesinin önkoşulu olan lise öğrenimini yarıda bırakıp bir bakkalın yanında çıraklığa başlamış. 19 yaşına gelince, bakkalın yanından ayrılıp miço olarak bir gemiye yazılmış. Miçoluğa başladığı ticaret gemisi Hollanda açıklarında fırtınada batmış ve Schliemann balıkçılar tarafından kurtarılmış. Bu kazadan sonra Hollanda’da kalıp limanda satıcı olarak çalışmaya başlamış. Bu iş için yabancı dil bilgisi elzemmiş. Isıtmasız damaltı odasında açlıkla savaşırken kendi kendine İngilizce öğrenmiş. Zaten Flemenkçeyi günlük yaşamında sökmüş.
Beş yıl sonra, 1846’da Schliemann’ın çalıştığı şirket Saint Petersburg’a bir temsilci göndermeyi düşünmüş. Schliemann işi alabilmek için Rusçayı altı haftada kendi kendine öğrenmiş. 24 yaşında genç bir satış temsilcisi olarak Saint Petersburg’a yollanan Schliemann çok geçmeden orada kendi işini kurmuş ve Kırım Savaşı sırasında silah ticaretinden milyonlar kazanıp 36 yaşında iş dünyasından emekliye ayrılmış. 36 yaşına kadar konuşup yazıp okuyabildiği diller şöyle: İngilizce, Flemenkçe, İspanyolca, İtalyanca, Portekizce, Rusça, Çince, Lehçe, Slovence, Danca, İsveççe, Eski ve Yeni Yunanca, Latince, Arapça, İbranice, Hindi, Farsça, Türkçe . Bazı kaynaklar Schliemann’ın lehçelerle ve az buçuk bildiği dillerle birlikte 35 dil bildiğini kaydediyor.
Schliemann İngilizce, Flemenkçe, İspanyolca, İtalyanca ve Rusçayı Rusya’ya gitmeden önce limandaki işi sırasında öğreniyor. Garip bir biçimde, bildiği diller arasında Fransızca sayılmamış. Garip, çünkü 19. yüzyılda bir poliglotun Fransızca bilmemesi bana pek mümkün gelmiyor. Hele ki, silah ticareti ve ajanlık yapmış, ileriki yıllarda Osmanlı topraklarından eser kaçırmış birinin.
Peki yükünü tutmuş bir tüccar neden Eski Yunancayı ve Latinceyi öğrenir? 19. yüzyılda eğitimli, kültürlü biri olduğunun göstergesi olarak bu diller çok önemli, zira bu diller limanda pratikle değil, ya özel öğretmenle ya da elit bir okulda öğrenebileceğiniz diller; konuşulmayan yalnızca okunan diller oldukları gibi, okunacak metinleri bulmak da ayrı bir dert. Schliemann gibi hayatta kalma güdüsüyle başına gelen her talihsizliği paraya çevirmiş, bakkal çıraklığından silah tüccarlığına tırmanmış, istediği her şeye sahip bir adam neden Eski Yunanca ve Latince gibi hiçbir pratik değeri olmayan dilleri öğrenmekle uğraşsın?
Geçim sıkıntısı içindeki ailesi Schliemann’ı okuldan alıp çıraklığa verdiğinde Schliemann’ın okul kütüphanesinden yanına aldığı bir kitap var: İlyada. Homeros’un destanı Schliemann’ın çocukluğunda yokluk içinde hayalini kurduğu maceraların ve hazinelerin kaynağı. Kitabı yanından hiç ayırmıyor ve Truva Kenti’nin Çanakkale kıyılarında olduğu iddiasını güçlendirmek için kendi araştırmalarını yürütüyor. Eski Yunanca ve Latince burada işe yarıyor. Nitekim haklı çıkıyor, okuduklarından çıkardığı kadarıyla tarif ettiği yerde Truva Kenti harabeleri keşfediliyor.
Gelelim Schliemann’ın bizzat tarif ettiği dil öğrenme yöntemine. Yöntemi altı haftalık yoğun bir yüksek sesle okuma ve ezberleme pratiğine dayanıyor. Alfabeyi ve telaffuzu birinin yardımıyla kavradıktan sonra basit bir dilbilgisi kitabı ve küçük bir sözlükle anlamlarını çıkardığı metinleri sürekli yüksek sesle kendi kendine okuyor. Schliemann anılarında Rusça öğrendiği sırada limana yakın, damaltından bozma, sefil odasında işten döndükten sonra şafağa kadar gözünü kırpmadan odayı arşınlayarak yüksek sesle sözcük listeleri, cümleler ve gazete makalelerini bam bam okurken komşularının asabını bayağı bozduğundan bahseder.
Yine kendi ifadesine göre Rusçayı öğrenmek için çok az zamanının olması Rusça öğrenmesini kolaylaştırmış; alfabesinden dilbilgisine anadilinden çok farklı bir dil olan Rusçayı aslında anadili Almancaya oldukça yakın İngilizceden daha kolay öğrenmiş. Sonraki 15 dili öğrenirken Rusça öğrenme pratiğini uygulamış ve yöntemi ona altı haftada bir dil kazandırmış.
Altı hafta boyunca her gün en az altı saat yüksek sesle okuduğu sözcük listelerini, cümleleri ezberleyerek, uzun metinleri yüksek sesle okuyarak dili söktükten sonra o dille haşır neşir olma imkânlarını sürekli değerlendirerek dili ilerletiyor, Schliemann’ın yöntemi bu. Yani Rus olan ilk karısıyla Rusça, Yunan olan ikincisiyle Yunanca, ortaklarıyla Arapça, Portekizce ya da Türkçe hep onların anadillerinde konuşuyor. Ve elbette sürekli okuyor.
Schliemann’ın bir dili söküp kullanmaya başlamasına saat hesabıyla 6 hafta, haftada 7 gün, günde 6 saatten 252 saat yetiyor. Schliemann bir dilde altı hafta sonunda edindiği seviyeyle bir üniversitede öğrenime başlayabilirdi. Yani öğrendiği dilin niteliğini sorgulamayalım. O 250 saatlik Rusça onun diğer adaylar arasından sıyrılmasına, Saint Petersburg’a şirketi temsilen yollanmasına yettiği gibi, zamanla elit iş adamları arasında söz sahibi saygın bir işadamı konumuna getiriyor. Rusçayı kendi kendine öğrenmekten aldığı güvenle Schliemann zamanla tarihin en egzantrik pliglotlarından biri oluyor.