11 haftada Galce öğrenmek
Birkaç gün önce BBC News “Ukrayna: Mülteci çocuklar 11 haftada Galce öğreniyorlar” başlıklı bir haber yayımladı. Haber 8-11 yaş grubundan üç çocuğun Galce öğrenme deneyimlerine çocukların ağzından yer veriyordu. Çocukların dil öğrenmesi ve 11 hafta gibi kısa bir sürede öğrenmesi söz konusu olunca tabii ki hemen tıkladım. Haber üstün körü olduğu için hayal kırıklığına uğrasam da çocukların dil öğrenmelerine dair bazı ilkelere dikkat çekmek için iyi bir vesile, diğer yandan bir azınlık dilini yok ettirmeme politikasının çok taze ve dinamik bir örneği. Ama önce: Galce de ne ola ki?
Galce bizim İngiltere diye bildiğimiz Büyük Britanya Adası’nın (Kuzeyde İskoçya, Güneyde Galler ve İngiltere) alt-orta batısındaki Galler bölgesinde konuşulan bir Kelt dili. Galler sözcüğü bize aslında Galler Prensesi Diana dolayısıyla çok tanıdık. Diana Galli olduğu için değil, Galler prensi ya da prensesi ünvanları Britanya monarşisinde 14. yüzyıldan bu yana veliahtlara verilen hanedan ünvanı olduğu için ünvanı taşımıştı. Nitekim, babası Charles nihayet kral olduğu için bugün veliaht statüsündeki Prens William Galler prensi ve eşi Catherine de artık Galler prensesi.
Yüzölçümü olup olacağı Türkiye’nin dörtte biri kadar olan Büyük Britanya Adası’nda konuşulan diller ve diyalektler insanda bin yıllarca konuşmaktan başka bir şey yapmamışlar izlenimi verecek çeşitlilikte. Adadan çıkıp dünyayı ele geçiren İngilizcenin yanında İskoçça ve Galce adada konuşulan temel diller.
2021 nüfus sayımına göre Galler Bölgesi’nde yaklaşık 540.000 kişi yani Galler nüfusunun yaklaşık %18’i anadil ya da ikincil dil olarak Galce konuşuyor. Yine İngiltere Bölgesi’nde yaşayan anadil ya da ikincil dil olarak yaklaşık 110.000 kişinin Galce konuştuğu tespit edilmiş. İskoçya’da da bir bu kadar kişinin Galce konuştuğu tahmin ediliyor. Kanada, Yeni Zelanda ve Avustralya’da toplamda yaklaşık 4000 kişi Galce konuşurken, Arjantin’de Patagonya’da Chubut Bölgesi’ndeki eski bir Gal yerleşkesinde 5000 kişinin Galce konuştuğu düşünülüyor. Bu sonuncusuna ben de çok şaşırdım. İngiltere kraliçelerinden birinin yarattığı bir koloniden arta kalanlar olduklarını düşünürken Micheal D. Jones adlı Galli bir vaizin Gal kültürünün evinde yani, Galler’de yok olduğunu söyleyip ‘Galler’den uzak bir Galler’ kurmak idealiyle 1865’te kurduğu bir yerleşke olduğunu okudum. Arjantin’de. Yeryüzü bir laboratuvar olsaydı, 19. yüzyıl milliyetçiliğinden alınan bir örneğin 160 yıldır Patagonya’da özenle muhafaza edildiğini söyleyebilirdik.
Galce UNESCO tarafından tehlike altında sayılmayan tek keltik dil. Bunda muhtemelen Galler Bölgesi’nde Galce konuşan kişi sayısını 2050’de 1.000.000’a (bugünün neredeyse iki katı) çıkarmayı planlayan Galler hükümetinin payı büyük. Galce 2011’den bu yana Galler parlamentosunda İngilizce’yle birlikte resmî dil statüsünde. 1980’den bu yana Galce ilköğretim gören (dil olarak Galceyi öğrenen değil de, tüm öğretimi yani matematiği, müziği, bedeni Galce gören) öğrencilerin sayısı sistemli olarak artmış ve günümüzde ilköğretim çağındaki öğrencilerin yaklaşık %20’si Galce okullarda öğrenim görürken Galler hükümeti 2040’ta bu oranı %40’a çıkarmayı planlıyor.
Galler hükümeti Galceyi yaşatma mücadelesini belli ki yalnızca vatandaşlarını dili öğrenmeye cesaretlendirerek değil, aynı zamanda vatandaşı olmaya aday yabancıları, son dönemde Ukraynalı mültecileri, özellikle okul çağındaki mülteci çocukları Galce’ye ‘daldırarak’ 2050 hedefini tutturmaya çalışıyor. Language immersion karşılığı olarak dile daldırma ya da belki daha esprili söylemek gerekirse dil banyosu bir çift dilde eğitim tekniği. Farklı uygulama örnekleri olmakla birlikte tekniğin hedefi öğrencinin iki dilde tüm müfredata hakim olması, sonunda da her iki dile her alanda hakim olması. Yanlış anlaşılma olmasın, anadili İngilizce olan bir öğrenci de bu sistemde öğrenim görüp anadil seviyesinde Galce öğrenebilir. Hedef Galler kökenli insanların kültürlerini ve dillerini kaybetmemeleri, canlı canlı yaşamaları dışında totalde Galce konuşan kişi sayısını attırmak. Bazı bölgelerin mültecilere, özellikle çocuklara “kucak açmasının” böyle kültürpolitik bir nedeni de var.
2000lerin başında bunun bir örneğini Belçika’da görmüştüm. Fransızca konuşan Wallonlarla Felemenkçe konuşan Flamanlardan oluşan Belçika nüfusunda azınlığı Fransızca konuşanlar oluşturmasına karşın siyasi hakimiyet Wallonlarda olduğu için olsa gerek Flamanların karşılaştıkları her yabancıyı Felemenkçe öğrenmeye ikna etmekle zorlamak arasında gidip gelen bir tavırları vardı. Politikaları zaten vardı. Her mülteci yerleşkesinde harıl harıl Felemenkçe öğreten organizasyonlar vardı. Ama sıradan vatandaşın tavrı da dil banyosunun sınırlarını zorlardı. Örneğin Brüksel’de, yani kural olarak Fransızca konuşulan bölgede Flaman üniversitesinin kantininde Fransızcayı anlamamazlıktan gelir, parasıyla alacağınız sandviç karşılığında size iki üç kelime öğretmeye çalışırlardı. Dil öğrenme delisi benim bile tahammül edemediğim bir tavır. Siz diyelim Brüksel’de o kadar ay yaşadıktan sonra Felemekçeyi sökmüş olsanız da anlamamazlıktan gelirseniz, bu sefer Fransızca değil, İngilizce konuşarak işinizi hallederlerdi. Arada Felemekçe öğrenmeye niyetinizin olmamasına da sitem ederlerdi, tabii İngilizce. Sevimsiz bir hırs.
BBC haberindeki Galce öğrenen Ukraynalı çocuklar hallerinden memnun görünüyor. Zaten niye olmasınlar. Savaştan kaçmışlar, normal bir çocuklukları olsun, normal normal okula gitsinler istiyorlar. 8-11 yaşındaki çocuklar için İngilizce de yabancı dil Galce de yabancı dil. Galler bölgesine değil Londra’ya yerleşmiş olsalardı orada da İngilizce öğrenmek zorunda kalacaklardı. Galler hükümetinin Galce’yi yok olma tehlikesinden kurtarma planının bir parçası olmak bu mülteci çocukların yabancılıkla, yabancı bir dille sınanmalarının yalnızca bonusu.
Eylülden bu yana, yani 11 haftadır, bir uzman dil banyosu birimine devam eden 9 yaşındaki Natalia hayvanlar, giysiler, hava durumu, yiyecekler ve meyveleri öğrendiklerini, Galceyi işine yarayacağı için öğrenmek istediğini söylemiş.
12nci haftanın sonunda ilkokula kaldığı yerden devam edecek. Akıcı konuştuğunu düşünüyor. Öğretmenleri de şaşkın, bu kadar kısa zamanda bu kadar “akıcı” konuşabilmelerine şaşırmışlar.
12 haftada tam gün okula giderek hayvanları, giysileri, hava durumunu, yiyecekleri ve meyveleri öğrenerek akıcı Galce konuşur olmuş çocuklar. Peki.
Bu haber, yani Ukraynalı mülteci çocukların 11 haftada Galce akıcı konuşabiliyor olmalarının yarattığı şaşkınlık aslında bir dili biliyor olup olmamanın, dahası akıcı hissedip hissetmemenin temelinin nasıl da beklentilerle biçimlendiğini gösteriyor.
Ben bir yetişkini tam gün kampa alsam ve sadece hayvanları, giysileri, hava durumunu, yiyecekleri ve meyveleri öğretmek için rap yaptırsam, oyunlar oynatsam, şarkılar söyletsem 12 haftanın sonunda hayvanları, giysileri, hava durmunu, yiyecekleri ve meyveleri bilir ama “konuşamıyoooruum” diye bağıra bağıra beni döver.
Çünkü 12 haftanın sonunda “okul çıkışı kay kay parkına gidelim mi?” ya da “doğumgünü partime gelir misin?” ya da “aa o kalem kutusu ne güzel, nerden aldın” azıcık okumuş yazmış bir yetişkini kesmeyecektir. Kesmiyor, biliyorum. Herkes geçen yazki Fransızca öğrencim Gökhan Aslan gibi Nietzsche’den Benjamin’den kopup gelmiş izlenimi veren felsefi cümleleri daha 3üncü haftadan kurmaya çalışmasa da, yetişkin hayatının ve düşünce dünyasının karmaşıklığını yansıtan cümleler kurmak istiyor. Kimse “madem öyle diyemiyorum, böyle demeyi bir deneyeyim” de demiyor, herkes kafasında (Türkçe) kurduğu cümleyi istiyor. O yüzden kimse “kooonnuuuuşaaaamııııyor”. O yüzden kimse akıcı değil.
Çocuklar bir fütursuzluklarından ikincisi düşünce dünyalarının ve ifade biçimlerinin basitliğinden dolayı “akıcı” konuşuyorlar. Haklarını teslim etmek gerek, akıcı konuşuyorlar, aynı zamanda eksik ve yanlış konuşuyorlar. Aslında sadece konuşuyorlar.
Yetişkinseniz, sizi dile daldırıp çıkarsak hayvanları, giysileri, hava durumunu, yiyecekleri, meyveleri öğrenmeniz maksimum 8 saat alır. 12 hafta çok.
Kısacası çocukların Galceyi 11 haftada ucundan acık sökmüş olmalarının şaşılacak bir yanı yok. Siz bir yetişkin olarak 11 haftada akıcı konuşamıyorsanız onun da anormal bir tarafı yok.
Fotoğraf: Wales Online, Rob Browne