Hata yapmakla ilgili ilk anım ilkokul üçüncü sınıftan. Konunun ne olduğunu hatırlamıyorum ama dersin Türkçe olduğunu hatırlıyorum. Sınav kağıdıma bakıyorum, 5 üzerinden 3 almışım. Orta. Hatalarıma bakıyorum. Dirseklerim sırada, ellerimle alnımı tutmuşum, güneşe siper eder gibi, kağıttan gözlerimi ayırmıyorum. Karnımdan boğazıma kadar yemek borumda bir gerilme, ağzımda ekşi bir tat. Belli belirsiz bir düş kırıklığı hissediyorum, kendi kendimi yarı yolda bıraktığım için öfkeliyim. Bir şey kaybettiğimde hissettiğim türden bir hafıza taraması yapıyorum. Zamanda geri gidiyorum, gözümün önüne getirmeye çalışıyorum. Kaybettiğim şeyi kaybettiğim anı nasıl yakalamaya çalışıyorsam o hataları yaptığım anı yakalamaya çalışıyorum. Çünkü ben bu hataları daha önce de yaptım. Ödevde de yaptım. İlk yaptığımda beceriksizlikti, ama şimdi hata oldu.
O zamanlar, daha ilkokul 3. sınıfta, 1983’te, henüz errare humanum est, perseverare diabolicum’u bilmiyordum tabii. Hata yapmak insancıldır, hatada ısrar etmek şeytanîdir. Ama bedenim bana aynı hatayı iki kere yapmaktan hoşlanmadığımı söylüyor. Huy. Sürekli anahtar, atkı, eldiven, kitap, defter kaybeden, kaybettiklerinde içleri acımayan, nerede kaybetmiş olabileceklerine kafa yormayan, dolayısıyla kaybetmekten ders çıkarmayan çocuklara, ilkokul çocuklarına şaşkınlıkla bakardım. Büyükler, öğretmenler bu unutkan çocuklara şakayla karışık “bir gün kendini de unutacaksın” derlerdi. Bir gün, bir öğretmen sürekli ama sürekli kalem kutusunu kaybeden, unutan bir çocuğa kalem ve silgi vermemi söylemiş, çocuğa da gülümseyerek “bir gün kendini de unutacaksın” demişti. “Değişiklik olurdu” demiştim. İçimden.
Freud’la tanışmadan ve psikanaliz yapmadan çok çok önce, 80lerin ilk yarısında, daha ilkokulda hatalarla, unutmakla, kaybetmekle ilgili bir tutum benimsemişim. Hata yapacaksan, yaratıcı ol, her seferinde farklı bir hata yap, başka bir şey kaybet, değişik bir şey unut, ki değsin. Hayatta yapılacak çok fazla hata var, kaybedilecek çok fazla eşya, unutulacak çok fazla an var. Seçeneklerini kısıtlama çünkü nihayetinde ölümlü dünya, insanın ancak n hata yapma hakkı var, o kadar hakkı hep aynı hatayla harcama.
İlkokulda beş yıl boyunca gün aşırı kalem kutusunu unutan ama bir gün olsun kendisini unutmayan çocuğa kendim de bir çocuk olarak nasıl iç sıkıntısıyla baktıysam yetişkinliğimde aynı eş ve iş hatalarıyla mil toplasalar Mars’a gidip gelebilecek insanlara da aynı sıkıntıyla baktım. Ama en çok o kadar psikanalize ve ukalalığa rağmen bir hata sonrası kendime “ben en son bir daha asla böyle bir hata yapmayacağım demiştim, o hata bu hataydı galiba” derken kendime sıkıntıyla baktım. Yaş ilerledikçe hatalar da bir rutine giriyor, ezbere hata yapıyorsun, hataların da bir konforu var. Şu yaşımda yirmili yaşlarımdaki hata çeşitliliğine ulaşmak istesem kemiklerim dayanmaz. Ama sıkıcı. Çok sıkıcı.
Genç olsam, her gün başka hata yaparım, o hatalardan öğrenip, ertesi gün daha sofistike daha içinden çıkılmaz hatalar yaparım. Ama aynı hatayı iki kere yapmamak için kılı da kırk yararım, sorarım, öğrenirim, akıl yürütürüm. Aynı hatayı yapmamaya çalışmanın verdiği kontrol duygusunu ne kadar sevdiysem, yeni hatalar yapmanın yaratıcılığını da o kadar sevdim. Kavrayışıma göre yeni, daha yaratıcı, daha sofistike hatalar yapabilmenin ön koşulu daha önceki hataları yapmamak. Video oyunu tarif ediyorum sanki, hiç oynamadım ama orada da böyle olmuyor mu? Hatalarda bir sonraki levela geçmenin heyecanını özlüyorum.
O yüzden şu son yıllarda öğrencilerin sınavlarda sadece yanlışlarını ve doğrularını saymalarına, ortaya çıkan puanla önceki puanı karşılaştırmalarına çok şaşırıyorum. Sınav kağıtlarını incelemiyorlar. Hatalarını merak etmiyorlar. Hatalarının mantığını çözmeye zaman ayırmıyorlar. Sürekli sınavlara giriyorlar ama sınavların en eğlenceli kısmıyla uğraşmıyorlar. Dikkatsizlik yapmışım, diyorlar. Evladım demek istiyorum, senin o dikkatsizlik deyip geçtiğin şeyle yüz yirmi yıl önce Viyana’da bir bilim doğdu. Dikkatsizlik diye tek bir torbaya tıkıştırdıkları hataları teker teker inceleseler yalnızca sınav materyalinde neyi anlayıp neyi anlamadıklarını görmeyecekler, sınav materyali bahane, asıl kendi kavrayış dinamiklerini görecekler, düşünme biçimlerini, kendilerini. Sınavların asli görevi bu aslında. Hata yaptırmak. Böylece hataları ayırt etmeyi, sökmeyi, çözmeyi, hatalar karşısında kendine hakim olmayı öğretmek.
Hatalarını merak etmeyen, hatalarını didik didik edip kavramaya, eğer isterse düzeltmeye, bir daha yapmamaya çalışmayan, bu alışkanlığı ilköğretim hayatı simülasyonunda kazanmayan, her şeyi dikkatsizliklerinden bilen insanlar yetişkinlik hayatlarında korkarım her şeyi talihsizliklerden biliyorlar.
Talihsizlikler olmadığı için değil, yetişkinlik dünyasında hatadan çok talihsizlik var, ama çoğumuz neyin hata neyin talihsizlik olduğunu ayırt edemeyecek kadar deneyimsiziz hata yapmakta, hatayı kavramakta, sahiplenmekte, düzeltmekte. Hatalar portfolyosu da geniş olmayınca hatayla talihsizliği karıştırmak normal oluyor.
Fotoğraf: Merve Ergenoğlu